BENİ KATEGORİZE ETME, BENLE OYNAMA!

Bu iş çok zor Yonca, çünkü insanlar aylar boyunca iş arayıp durur... 

Zor olacağını biliyordum ama bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim. Hatta işsizliğimin ilk aylarını “ne de olsa arayınca iş bulurum” diyerek hovardalık içinde geçirdim. Fakat bir, iki, üç ay derken geçen zaman, etraftan gelen halen iş bulamadın mı bakışları, başvurduğum onlarca ilana rağmen pek de kimsenin aramaması umutsuzluk kapılarını bir bir açıverdi.  Bir şekilde arayan ve görüşmeye gittiğim yerlerin “olumlu ya da olumsuz size mutlaka dönüş yapacağız” sözlerinin yalan olduğunu bizzat yaşayarak öğrenmiştim ama bazen beklemekten kendimi alıkoyamıyordum. Hadi açıkça söyleyeyim zaman zaman derin bunalım hallerine bile girdim.

İş ararken yaşadıklarımı unutmayayım, bir beyaz yakalı refleksi olan “öğrenilmiş ders” maddelerine üç beş konu da buradan ekleyeyim diye yazmaya karar verdim. Çünkü iş bulmak ile çocuk doğurmanın benzer tepkiler yarattığına inanıyorum. Bir yandan çocuktan (iş bulduktan) sonra yeni bir hayata alışmaya çalışırken diğer yandan o süreçte çektiğiniz sıkıntılar, doğum acıları bebeği kucağınıza aldığınızda (iş teklifi) ortadan kayboluveriyor, her şeyi unutuyorsunuz. Sanırım birinde doğa türün devamlılığı için unutmayı sağlıyor, diğerinde ya kapitalist sistem ya da ekmek kaygısı.

Özetlersek işsiz geçen altı buçuk ay içinde yüz elliden fazla ilana başvurdum, bu arada insan kaynakları sitelerinde kaç hesap açtım, kaç form doldurdum saymaya üşendim, bunlardan yaklaşık on beş firma ile görüşmeye gittim, bazılarıyla birkaç defa… Sayısal, sözel ve dil sınavlarına girdim, verdikleri örnek olaylarla mücadele ettim, sabır testlerine tabi tutuldum, çok işsiz olduğum için bazen onur kırıcı durumlarda bile kendimi sakin kalmaya zorladım, bana söylenen yalanlara karşılık olarak ben de yalanlar söyledim. Hiçbir görüşmede ben değildim, olsaydım iş bulamayacağımı biliyordum.

Soru: Esnek çalışmaya hazır mısınız? (Sizi eşek gibi çalıştıracağız, mesaiden eve gidemeyeceksiniz)
Cevap: Tabii, en sevdiğim çalışma biçimi esnek çalışmadır (Siz beni bir işe alın sonra nasıl olsa bir yolu bulunur)

Ve tabii bu süreç içinde herkesin ağzında geveleyip durduğu “kadınlar ne ister?” sorusundan daha zor bir soru olan “insan kaynakları ne ister?” sorusuna sürekli cevaplar aramak zorunda kaldım. Okuduklarımdan anladığım hiçbir insan kaynakları uzmanının ya da işverenin karşısında insan görmek istemediğidir ama bu yazdıklarımı bir işveren okursa büyük ihtimalle konuyu yanlış anladığımı söyleyecektir. Sonuçta sistemin gereklilikleri,  doğru adayı bulmanın zorlukları ve de yüzlerce başvuruyla uğraşmanın sıkıntısı içindeler… Ama sizden şöyle bir şey olmanızı bekliyorlar; çalışmak için yaratılmış, bütün hayatını kariyeri için adamış bir primat, aynı zamanda bunu üstünü kapatarak anlatmalısınız ki sosyal yönünüzün zayıf, hırsınızdan dolayı takım çalışmasına uygun olmayan, yöneticinin koltuğuna göz dikecek bir çalışan imajı vermeyesiniz. Tam bu noktada Sezen Aksu söylüyor, "Beni kategorize etme, benle oynama"

Gene de kim olmanız, nasıl olmanız, hangi soruya ne cevap vermeniz gerektiğini merak ederseniz zaten birçok internet sitesinde bilgi var. Benim asıl anlatmak istediğim insan olarak nasıl değersizleştirildiğimiz, duygulardan uzak nasıl bir çukurun içine atıldığımız. İşsizken iş aramanın, başvuru anından görüşmeye hazırlık, görüşme ve sonrasıyla tüm adımlarının bende yarattığı, stres, umut, umutsuzluk, öfke ve diğer şeyler…

Tam benlik denilen iş ilanını görmek;
Üniversiteden mezun olduğumda saf ve temizdim, sektör farklılıkları, iş kolu farklılıkları, deneyimin getirdiği pozisyona uygunluk mengenelerine henüz girmemiştim. Bütün işler benimdi, bütün işler güzeldi ama bunun üzerinden yedi yıl geçti. O nedenle gerçekten tüm koşulları sağladığınız iş ilanı bulmak artık çok zor, zaten bulduğunda önce bir heyecan dalgasıyla sallanıyorsun, sonra da sakinleşip bazen saatlerce bazen günlerce süren başvuru süreci başlıyor. Özgeçmiş güncelle, niyet mektubu yazıp ne kadar hevesli olduğunu anlat, bunları eşe dosta gönder ki onlar da okuyup olmuş/olmamış desinler, firmanın istediği formları doldur, sağa sola aracı olacak tanıdık var mı diye sor vs.

Her şey bittikten sonra büyük bir umutla beklemeye başlıyorsun, aynaya tutsan bu kadar örtüşmez iş ilanı ile özgeçmişin, yani hangi filtre ile aratsalar sana ulaşırlar diye düşünüyorsun. Aradan günler, haftalar geçiyor ve genel olarak arayan soran olmuyor. Bu umut varsa hüsran da vardır noktası.

Bahane bulmak gibi olmayacaksa bununla ilgili bilimsel olmayan birkaç tezim var. Temelde hepsi aslında olmayan işler için ilan verildiği iddiasına dayanıyor. İlki firmaların anlaşmalı oldukları insan kaynakları firmalarına belli sayıda ilan verme zorunluluğunda olmaları, bu sayıyı doldurabilmek için de olmayan pozisyon ilanları açıp sonra da herhangi bir alım yapmadan ilanı kapatıyorlar. Dolayısıyla aslında olmayan bir pozisyon için başvuru yapıyorsunuz ve sizi aramalarını boşuna bekliyorsunuz. İkincisi zaten firma içinden kapatılacak pozisyonlar için firma kuralları nedeniyle dışarıya ilan verilmek zorunda olunması, bu durumda bazen görüşmüş olmak, kuralları takip etmek için sizi görüşmeye bile çağırıyorlar ama orası dolu hanımefendi.

Sonuncusu biraz komplo teorisi kokuyor, ben uğraşsam böylesini yazamazdım ama işsiz dünyasında bu teori de tartışılıyor. Bilindiği gibi işsizlik en önemli makroekonomik göstergelerden biri ve hükümetlerin başarı-başarısızlık durumlarının turnusoludur. İşsizlik oranı aynı enflasyon gibi çeşitli yollarla gerçekte olandan daha düşük hesaplanabilmektedir. Mesela ben, işsiz kaldığım andan itibaren “ev hanımı” olarak adlandırıldım (bkz. eski blog yazıları), muhtemelen on aylık işsizlik maaşım kesildiğinde işsizlik istatistiklerinden de kolayca çıkarılabileceğim, çünkü işsiz değil ev hanımıyım. Komplo teorisine göre hükümet, toplumda oluşacak “işsizlik yüksek ve iş yok” algısını önlemek için firmalara iş ilanları vermeleri konusunda baskı yapıyor. Bu durumda iş ilanlarına taradığında birçok ilan gören işsiz insan “aslında iş var ama ben yeterli değilim ya da benim özelliklerim uymuyor, o da değilse herhalde iş beğenmiyorum” diye düşünüp bütün yükü kendi üstüne alıyor. Çünkü çok iş varmış gibi görünüyor ama işsiz kalan çalışan uzun süreler iş bulamıyor. İşsizliğinin suçlusu gene kendisi oluyor ve bundan sonra keşke ile başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmiyor. Biraz zorlamayla uydurulmuş bahane gibi görünse de sekiz ay boyunca kapanmayan iş ilanlarını görünce işsizin içine bu teorinin gerçeklik payı ile ilgili illa bir kurt düşüyor.

Son olarak bir de 'referans'lar,  'tanırım iyi çocuktur' diyecek eş, dost, arkadaşlar devreye giriyor. Öyle ki bazı firmalar şirkette çalışan referansınız yoksa özgeçmişinize bakmıyor bile, sizin işe ne kadar uygun olduğunuzdan bağımsız işliyor 'süreç'ler. Bunun için de mantıklı gerekçeler var tabii... Doğru insanı bulmak kolay olmadığından bir tanıyana soruyorlar, o tanıyanın sözüne güvenebilmek için de kendi tanıdıklarından olmasını istiyorlar. Sonuçta 'kart hamili yakinimdir'den hallice bir sistemin içinde belki bizi ararlar diye bekleyip duruyoruz, sıralamalarda üste çıkabilmek, en azından görüşmeye çağrılabilmek için biz de tanıdıklar aramaya başlıyoruz. Eğer benim gibi kuyruğunu dik tutmaya alışmış bir insansanız genelde bu konuda başarılı olamıyorsunuz. Hep tek başına herşeyin üstesinden gelmeye programlanmış bünye bu zorunluluğu kaldıramıyor, içselleştirip normalleştirmenin bir yolu yok benim için. Bir de hep sadece hakettiğini almakla terbiye edilmişsin, hiçbir zaman bilemiyorsun gerçekten hak ettin mi? Kıvır kıvır kıvranıyorsun sancılar içinde...

Tam on dört saat oldu telefonum hiç çalmadı…
90’lar çocuğu olunca çağrışımlar bu minvalde devam ediyor, bu şarkı da iş ararken telefondan çıkan her sese heyecanlananlara gelsin. Ve o telefon bir gün çalacak, bir görüşmeye çağrılacaksınız, taksilere, kuaförlere, takım elbiselere bir servet dökeceksiniz, dersinize çalışacak, her soruya ne cevap veriliyordu tekrar edeceksiniz, güçlü zayıf yanlarınızı, en büyük başarı ve başarısızlıklarınızı, önünüzdeki beş yıl içinde kendinizi nerede gördüğünüzü düşüneceksiniz, insan kaynakları sistemleri sağ olsun ne lanet bir insan olduğunuzu, aslında pek de iş hayatına uygun yanlarınız olmadığını ve de değil beş yıl yarından sonra bile ne halt edeceğinizi bilmediğinizi fark edeceksiniz. Lanet olsun “Carpe Diem” mottosuna ve lanet olsun özgür ruhlara ve lanet olsun iş görüşmelerine… Ve sonunda giyinip süslenip o görüşmeye gideceksiniz. Kendisinin iş aradığı günleri unutmuş bir işverenin karşısına oturacaksınız -çünkü eğer patron değilse herkes iş arar-. Özenle seçtiğiniz kelimeleri ardı ardına sıralarken aldığınız eğitimlerde öğrendiğiniz beden dili yanlışlarına düşmemeye çalışacaksınız. Çok güler yüzlü davranacaklar (bazen davranmayacaklar), çok samimi davranacaklar (bazen davranmayacaklar), küçümseyecekler (hep oluyor, bazen fazla hissettirmiyorlar), yaptığınız işlerden bahsettirecekler, sorular soracaklar, sizi faka bastırmaya çalışacaklar, azarlayacaklar, takdir edecekler, ter attıracaklar, biz sizi ararız diyecekler ama aramayacaklar, o telefon çalmayacak, Godot bugün de gelmeyecek.

İşte bu noktada hep aynı şarkı çalıyor kafamda; ah gülüm ben senden önce de sevdim, bu masal denizine senden önce de girdim, bilirim mektup koşarak açılır… Bu benim ayakta kalma şarkım. Çünkü giremediğiniz işlerin sonu aşk acısı gibi, ilk randevudan ya da bazen ikinci randevudan sonra terk edilmiş hissediyorsunuz. Yaralarınızı sarmaya, kendi kendinizi teselli etmeye çalışıyorsunuz, nerede yanlış yaptığınızı, neden onu mutlu edemediğinizi düşünüyorsunuz, ah o sözleri söylemeseydim, ah yoksa başkaları mı kafasını karıştırdı, kesin benden daha iyi birini buldu. Arkadaşların ne dediğinin bir önemi yok, daha karşına neler çıkacak, zaten sen daha iyilerine layıksın, tüm bunlar anlamsız gelecek… Sonra kendini kullanılıp atılmış bir mendil gibi hissediyorsun, ah o içinde kalan sözler, böyle olacağını bilseydin cevapları çatır çatır yapıştırmaz mıydın, alaycı bakışlarına karşılık tutmazdın kendini sen de verip veriştirirdin, eğmezdin başını. Ama sizin benim duygularımla oynamaya ne hakkınız var!

Böyle böyle kendini yiyip bitirirken, hayal kırıklığı, üzüntü, öfke, pişmanlıktan yapılmış çorba ağzını yakarken ne kimseyi görmek, ne de bu konuyu tekrar konuşmak istemediğin anda önüne düşüverecek; hayatının işi! Görev tanımıyla, istenen özellikleriyle yeni bir masal, bir iş masalı… Sonrası gene aynı ihtiras, ihtimam, etkileme çabaları, sevgi sözcükleri ve yeni terk edilişler.

Zaten bir müddet sonra nerede, nasıl, hangi işi beklediğini bilmez oluyorsun, bir gün beklediğin iş gelecek mi pek emin olamıyorsun, sadece telefon çalsın diye bekliyorsun, en azından başvurduğum ilan için özgeçmiş görüntülensin, bu hafta profilime birileri daha baksın, uzayıp giden bir liste. Beklemek dünyanın en ağır işi ve her gün bekliyorsun.

Yok ben işsiz kalmam, sonuçta profesyonel hayatın gerçekleri, bütün bunlar safsata, iş hayatı şahane diyorsanız da Bajar sizin için Betbeyaz 'ı söylesin.

Yorumlar

Popüler Yayınlar