|
Neva Nehri ve Winter Palace |
“Temmuz başlarında, çok sıcak bir
akşamüstü, bir delikanlı, “S…”sokağında pansiyon olarak tuttuğu odacığından
çıktı. Kararsızlık içindeymiş gibi ağır ağır “K…” köprüsüne doğru yürümeye
başladı.”
Delikanlı “Raskolnikov”, Dostoyevski’nin
büyük eseri “Suç ve Ceza”nın kahramanıydı, yürüdüğü sokaklar dünyanın 'Büyük Petro' dediği bizde daha çok 'Deli Petro' adıyla bilinen Rus Çarı’nın kurduğu
bir proje şehir, St. Petersburg'daydı.
Neva Nehri’nin etrafına kurulmuş,
adacıklardan oluşan, geniş caddeleri, meydanları, ihtişamlı binaları ve küçüklü büyüklü köprüleriyle tam
da örnek alındığı gibi bir Avrupa şehri. St. Petersburg bir Avrupa şehri ama kurulmasında
Osmanlı’nın dolaylı rolü var. Her konuya 'atalarımız sayesinde' diyen
muhafazakarların şimdiye kadar bunu dile getirmemiş olması enteresan. Tabii Rusya ile
yaşanacak ilk husumette başbakanın, ‘Ey Rusya!...’ diye başlayacak hitabında bu konuda tüm Rus ve dünya alemine ayar vermeyeceğinin bir garantisi yok.
Hikâye genel hatlarıyla şöyle;
Büyük Petro tahta çıktıktan sonra Kırım Tatarları nedeniyle Osmanlı ile
savaşmaya başlar, bir müddet sonra da ilk zaferini alır. Henüz savaş devam ederken hem müttefik bulmak hem de yeni teknikler öğrenmek için, diğer bir deyişle 'batının teknoloji ve medeniyetini’ almaya Avrupa'ya gider. Zaten yenilikçi bir hükümdar olan
Petro ikinci hedefine ulaşır, Avrupa'dan daha sonra Rusya'da uygulayacağı yeni şeyler öğrenerek geri döner fakat Osmanlı ile savaşmak için yanına kimseyi
bulamaz. Osmanlı ile savaşmak istemeyen Avrupalılar, ‘abi gel ortak İsveç’e
girelim, yeni kral da zaten on beşinde toy çocuk, oradan yürürüz’ derler, bunun
üzerine Büyük Kuzey Savaşı başlar ve savaş nedeniyle Neva ağzına ilk kale
yapılırken savaş sonucunda da Rusya, Baltık’a sağlam şekilde yerleşir ve St.
Petersburg’un kurulmasının coğrafi koşulları sağlanmış olur.
Yenilikçi ve yüzü batıya dönük
Petro, zamanın başkenti Moskova’ya mesafeli yaklaşıyordu ve yeni Rusya için yeni bir şehir inşa
edip o şehir üzerinden batılılaşma adımlarını daha sağlam atmak istiyordu. Çok
tanıdık gelecek bir şehirleşme örneği ile bataklığı kurutup, meşe ağaçlarını
kestirip taşeron koşullarından bin beter
durumda çalıştırılan serf, mahkûm ve savaş esirleri ile yıllarca sürecek şehir inşasına başladı. Ağır çalışma koşulları nedeniyle Petro’nun proje şehri kurulurken binlerce işçi öldü. O
nedenle şair ve tarihçi Nikolay Karamzin, Rusya'nın batıya açılan penceresi için “Petersburg gözyaşı ve cesetler
üzerine kuruldu” der.
Yaklaşık iki yüz yıl Rusya’nın başkenti olan şehir ismini Petro’dan, daha doğrusu Petro’nun
koruyucu azizinden almaktadır. Orijinal ismi ‘Sankt Pieter Burkh’. Bununla
birlikte Sovyetler’den miras Leningrad ismi resmi olarak geçerli olmasa da
komünist romantizm / devrimci idealizm çerçevesinde halen kullanılıyor. Bu isim şehre Lenin’in
1924’te ölümünden sonra verilmiş ve Sovyetler'in dağılmasından sonra da geri alınmıştır.
St. Petersburg’un başına gelen en
büyük felaket, İkinci Dünya Savaşı sırasında (1941) Almanlar tarafından
yaklaşık üç yıl boyunca (dokuz yüz gün, yirmi dokuz ay) kuşatma altında tutulmasıdır. Kuşatma
altındaki şehir sürekli bombalanıyor ve şehre gönderilen yardımların
ulaşması engelleniyordu. Kuşatma boyunca Leningrad’da yaşayan yaklaşık üç
milyon sivilin sekiz yüz bini açlık, hastalık, bombardıman gibi nedenlerle
öldü. Şu anda şehirde yaklaşık beş buçuk milyon insan yaşıyor.
Biraz Güzel Şeylerden Konuşalım…
Dünyada, her insan eliyle yapılmış
güzel şeyin arkasında, halkın sefaleti pahasına elde edilmiş hazineler ve gene
insanların sömürülen emekleri ve harcanan hayatları var. Ne yazık ki büyüleyici
ve ihtişamlı yapıtlara bakarken bunu göz ardı edebilmek pek mümkün değil. Bunu
kulağımızın kenarına takıp St. Petersburg’da güzel olan şeylere bakmaya
başlayabiliriz. Yazının asıl bundan sonrası bir seyahat rehberine dönüşecektir.
Eğer estetik, edebiyat, sahne
sanatları, müzik vs. biraz olsun ilginizi çekiyorsa sizin de illaki St.
Petersburg’a gitme hayalleriniz olmuştur. Marks ve Engels’in hayali, 1917
Devrimi’nin ev sahibi, Raskolnikov’un yuvası, Pushkin’in ilhamı, Rimsky
Korsakov’un senfonileri o sokaklarda dile geliyor. Her ne kadar Prada, LV,
Zara, Mc Donalds ve daha birçok kapitalizm simgesi köşe başlarını çoktan tutup
güzelce yerleşmiş olsa da, ilkokul atlaslarında S.S.C.B. yazıldığı yılları görmüş,
yıllarca Azerbaycan Televiziyası’nda Sovyet’in inşa ettiği konser salonlarını kıskançlıkla seyretmiş biriyim, dolayısıyla St. Petersburg en heyecan verici seyahatlerimden biri.
Nereleri Görmeli?
Eğer şehirleri yürüyerek gezmeyi
seven biriyseniz öncelikle Moskovsky ve Palace Square arasında uzanan
Nevsky Prospekt (Nevsky Caddesi) yakınlarında bir otelde kalmanızı öneririm.
Şehir çok büyük ve bu alanın dışında kalan bir otelde kalmak çok zaman
kaybettiriyor, ben bu nedenle ikinci gün otel değiştirdim.
Nevsky, hem şehrin tarihi alanının göbeği hem de hayatın aktığı en önemli cadde, birçok turistik
şehrin aksine şehir ahalisi nerede eğleniyor, ne yapıyor merakına kapılmadan
hem turistik yerleri gezip hem de Ruslarla haşır neşir olabiliyorsunuz. Yaklaşık
dört bin müze barındıran St. Petersburg için ne yazık ki bir hafta yetmedi ki Mayıs ayında beyaz geceler devam ediyor ve hava neredeyse gece on bire kadar aydınlık ve sokaklarda hayat var. Öyleyse başlayalım...
Winter Palace & Hermitage Museum, hem Rusya’nın, hem de Avrupa’nın
en önemli müzelerinden biri. Büyük Petro’nun kızlarından Fransız hayranı
Elizabeth tarafından yaptırılan saray Rus ekonomisine oldukça pahalıya mal
olmuş (çariçenin on beş bin elbiselik gardrobunun maliyeti ile birlikte). Çariçe
Fransız hayranı olduğu için sarayın mukayesesi de genelde Versaille ile yapılıyor.
Hem mimari olarak hem içerideki şaşalı süslemeler hem de bitmeyen odalarıyla bu
mukayese çok anlamlı. Saray St. Petersburg’un başkentliği boyunca yönetim merkezi
olarak kullanıldıktan sonra müzeye çevrilmiş, müzede hem saray hayatına dair
sergiler, hem de Rus, Mısır, Yunan, Roma tarihinden eserler ile Van Gogh,
Picasso, Monet, Renoir, Matisse, Caravaggio, Da Vinci, Raphael, Rodin gibi
değişik dönemlerden sanatçıların eserlerini görmek mümkün. Bununla birlikte
müzede bulunan mumyalar, özellikle bir mağarada bulunan ‘hamile kadın’ mumyası
çok ilgi çekiciydi. Saymakla bitmediği gibi gezmekle de bitmiyor. Hızlı bir tur
ile ancak bir buçuk günde müzeyi bitirebildik.
Hermitage, içinde
barındırdıklarından dolayı şehrin en popüler yerlerinden biri, Japon turist
kafileleri ile bir savaşın içine girmek istemiyorsanız müze biletinizi önceden
internet üzerinden almanızı tavsiye ederim. Müze severim, uzun uzun da gezerim
diyorsanız iki günlük bileti tercih edebilirsiniz. İnternetten biletinizi almış
olmanız kolayca müzeye girebileceğiniz anlamına gelmiyor, bizim için en zorlu
aşama vestiyere sırt çantası ve montları bırakmak oldu. Yaklaşık dört bin kişilik
vestiyerin neredeyse tamamen dolduğuna şahit olduk. Sanırım bu durum, müze ve popülaritesi
hakkında daha iyi bir fikir verebilir.
Son olarak müzenin bir bölümü daha
sonradan yapılan ve “New Hermitage” denilen binanın içinde, içeride gezerken iki
bina arasındaki geçişleri anlamak mümkün değil ama Winter Palace önünden
yürüyüp Rus erkeklerinden referans alınarak yapılan güçlü, kaslı ve genç
görünümlü mermer kolonlarla girilen binanın dışarıdan mutlaka görülmesi lazım.
|
Hermitage Museum |
|
Hermitage Museum |
|
Hermitage Museum |
|
Hermitage Museum |
Palace Square & The Alexander Column & General Staff, Winter
Palace’ın (Hermitage) bir yüzü Neva Nehri’ne diğer yüzü Palace Square’e
bakıyor. Meydanın Roma şehirlerine benzeyebilmesi için karşısına elips şeklinde
başka bir bina yapılmış, General Staff. Bu bina uzun süre ordu ve bazı
bakanlıklar tarafından kullanılmış, şimdi ise gene ordu ve Hermitage’a ait
bölümleri içeriyor.
St. Petersburg Hitler’den önce Napolyon tarafından kuşatılmış fakat Rusların direnciyle kuşatma kaldırılmış. Bunun üzerine, bu büyük zaferi hatırlatması için Alexander
Column dikilmiş. Böylece Roma Meydanı teması da tamamlanmış. Anıtın en üstünde bir
elinde haç tutarken diğer eliyle göğe işaret eden (zaferi Tanrı verir, şehri Tanrı korur) bir melek var, sütunun altındaki kabartmalar ise Barış, Zafer, Adalet ve
Zenginliği anlatıyor.
|
Palace Square ve Winter Palace |
Meydanda toplanmak yasak değil, hatta önemli kutlamalar burada yapılıyor. Tesadüfen şehrin kuruluş günü kabul edilen 27 Mayıs’ta oradaydım ve pazar günü yapılan kutlamaları görme şansım oldu. Gündüz Nevsky Caddesinde çocuk ve gençlerin yaptığı bir gösterinin ardından akşam Palace Square’de muhteşem bir konser dinledik. Fani ömrümde Elina Garanca’yı canlı canlı Rusya’da dinlemek de varmış deyip bu bölümü kapatayım.
|
Nevsky Prospekt - Kuruluş yıl dönümü kutlamaları |
|
Nevsky Prospekt - Kuruluş yıl dönümü kutlamaları |
St. Isaac Cathedral, Avrupa şehirlerinde biraz dolaştıktan sonra
katedral, kilise, bazilikaların her biri birbirine benzer gelmeye başladığından şikayet edilir ama gene de St. Petersburg’da mutlaka görülmesi gereken katedral ve kiliseler var. Bunlardan biri
de St. Isaac. Öncelikle dünyanın en büyük dini yapılarından biri, on bin metre
karenin üzerinde bir alana sahip. İkinci olarak iç süslemelerinin ilginç bir hikâyesi
var, katedral ilk inşa edildiğinde süslemeler kanvas üzerine yağlı boya olarak
resmedilip, duvarlar ve kubbeye yerleştirilmiş fakat sonra nem, sıcaklık
ve diğer dış etkenler nedeniyle bu süslemelerin bakımının çok zor olduğu
görülüp çözüm aranmış. Bulunan çözüm tüm resimlerin mozaik olarak yeniden yapılması
olmuş fakat bu değişiklik yarım kalmış. Şu anda katedralde hem resimleri hem
de mozaikleri birlikte görüp, mozaiklerin kusursuz görüntülerine şaşırmak mümkün. Katedralin kulesi aynı zamanda şehre kuş bakışı
bakmak için en ideal yerlerden biri fakat hava şartları nedeniyle bizim böyle bir şansımız olmadı.
|
St. Isaac Katedrali |
|
St. Isaac Katedrali |
The Church of Our Saviour on the Split Blood, hâlen
tek seferde söyleyemediğim uzunca bir ismi olan bu kilise Moskova’nın soğan kubbeli
kiliselerinin St. Petersburg’daki tek örneği. Alice’in harikalar diyarından
çıkmış hissi uyandıran, rengârenk kubbeleri ve hem içeride hem dışarıda
her santimetre karesine işlenmiş mozaikler ve seramiklerle üzerindeki her şeyi görmeye
çalışmak günler belki haftalar alabilir, şanslıyız günler çok uzun ve bulduğumuz
boşluklarda gidip bu güzel yapıyı seyredebiliyoruz.
|
The Church of Our Saviour on the Split Blood |
|
The Church of Our Saviour on the Split Blood |
|
The Church of Our Saviour on the Split Blood |
The SS Peter & Paul Kalesi ve Katedrali, Winter Palace’ın
karşısında görünen kale Neva’nın ortasında bir adacığa inşa edilmiş, geçilemez
bir kale iddiası ile yapılmış ama test edilmesi de pek mümkün olmamış. Kalenin
içinde katedral ve hapishane gibi değişik bölümler ziyaret edilebiliyor.
Diğerlerinden sonra katedral çok etkileyici gelmiyor ve içindeki Rus hanedanına
ait mezarlar ile daha çok türbe hissi uyandırıyor. Diğer yandan içinde pek bir şey
olmamasına rağmen hatta biraz da bundan ötürü hapishane bölümü oldukça etkileyiciydi.
Maksim Gorki’nin de aralarında bulunduğu, 1917 Devrimi öncesi siyasi tutsakların
birçoğunun hapsedildiği, idam edildiği zindanları görmek ve mahkumların ayakta kalma
çabalarına dair birçok anekdot okumak mümkün.
|
Peter & Paul Katedrali |
|
Peter & Paul Kalesi, zindan |
The Rostral Columns, aslında Vasilyevsky adasında, Naval’ın önünde
karşılıklı yükselen iki sütun fakat nehirlerle beslenen ve denizciliğin önemli
olduğu St. Petersburg’da simgesel anlamı büyük. Sütunların üzerilerine yerleştirilmiş, uçlarında
deniz kızları olan tekneler Rusya’nın dört önemli nehrini, Volga, Dinyeper, Neva
ve Volhov’u temsil ediyor ve sanırım sütunların koruyuculuğunu da Poseidon yapıyor.
|
The Rostral Column |
Bunların dışında Kazan Katedrali’nin
bol bol önünden geçip, Russian Museum’da (Mikhailovsky Palace) Rus sanatının klasik
ve modern eserlerini görüp –Ilya Repin’e hayran kalıp-, Smolny’de Engels
ve Marks’ın karşılıklı duran büstlerine şöyle bir bakabilirsiniz. Yusupovsky
Sarayı’nın bahçesinde dolaşıp, Tiyatro Müzesi’nde biraz hayal kırıklığına uğrayıp
fakat en azından Mayakovski ve Meyerhold’un topraklarında olduğunuzu hatırlayıp
Zooloji Müzesi’nde çocuklarla eğlenip ve tabii şehrin her yerinde Kiril alfabesini
çözmeye çalışabilirsiniz.
|
Admirality önünde sigara içen Rus askeri |
|
Admirality |
|
Kazan Katedrali |
|
Marx |
|
Engels |
|
Russian Museum |
|
Russian Museum / Ilya Repin - writing a mocking letter to the Turkish sultan |
|
Russian Museum / Karl Brullov - The Last Day of Pompeii |
|
Smolny Katedrali |
|
Yusupov Palace |
Yemek ve Gece Hayatı
Muhtemelen muhteşem eğlenceler
ile dolu bir gece hayatı vardır ama bale ve operanın
merkezinde olunca ben daha çok ne izlenir ve nerede izlenir konusuna odaklandım. Zaten şehre adım attığınız ilk andan itibaren sokaklarda birçok tiyatronun afişlerini
görebilirsiniz, tabii çözmek biraz zaman alıyor. St. Petersburg halkının yorumlarından da faydalanarak oluşturduğumuz en iyiler listesi şöyle;
- Mariinsky Theatre
- Mikhailovsky Theatre
- Rimsky Korsakov Konservatuarı
- Smolny Katedrali (klasik müzik konserleri
düzenleniyor)
Biletleri aşağıdaki linklerden
alabilirsiniz, ayrıca bileter.ru’nun Nevsky çevresinde satış ofisleri de var.
Ben Rimsky Korsakov’da Giselle ve Mariinsky’de Slyvia’yı izleyebildim.
Mariinsky’nin performansı çok başarılıydı, eğer planlarınızda St. Petersburg varsa bence Mariinsky
Tiyatrosu’nun programına da mutlaka bakmalısınız. Bununla birlikte sokaklarda da her zaman şarkı söyleyen, resitaller veren sokak sanatçıları da dahil birçok etkinlik var, sanırım bu nedenle Palace Square önündeki sahne konstrüksiyonları hiç
kalkmıyor.
www.bileter.ru
www.mariinsky.ru/en/
www.mikhailovsky.ru/en/
Bale izledik ama hava halen
aydınlık ve otele dönmek istemiyoruz diyenler için Our Saviour on the Split
Blood’un karşısındaki DOM7 alternatif olabilir. Her akşam canlı caz müzik dinleyebilir, güzel yemeklerle birlikte votka içebilirsiniz. Bir de pahalı St. Petersburg’un ilacı, karnımızı
günlerce doyuran Nevsky üzerindeki Market Place’i de buraya not edelim.
|
Mariinsky Theatre |
|
Market Place |
Ani bir kararla gittiğim St.
Petersburg günleri çok hızlı geçti, listede üzeri çizilememiş birçok yerle birlikte geri
döndüm. Saatlerce, gecenin geç saatlerine kadar yürüdüm, otuz dereceden yedi
dereceye düşüp yağmur getiren hava nedeniyle parklarında çimlerin üstüne
yatamadım ama güzel havasını içime çektim. Bir türlü kararmayan havasına
şaşırdım, Lenin’in izlerini arayıp pek bir şey bulamayınca şaşırdım. Bir merakımı daha
böylece yarım da olsa giderdim, ölmeden önce gezilecek yerler listemden bir şehri
daha yanına “bir daha git” şerhi koyarak çizmiş oldum.
|
Hermitage Museum / Pierre Auguste Renoir - Child With a Whip |
Yorumlar
Yorum Gönder