DİRENİŞ GÜNLERİNDE TATİL

Direniş günlerinde tatil, yazın ortasına denk gelen Gezi direnişi boyunca herkesin ucundan kenarından tattığı, huzursuzluk kurtçuklarının midenizi kazıdığı zamanlardan tanıdık gelecektir. Direnişin başını görüp üç gün sonra çok zaman önceden alınmış biletler, otel/pansiyon rezervasyonları, imzalatılmış yıllık izin formları derken aklınız sokakta, bedeninizi götürdüğünüz bir tatil, şu aralar çokça geçen paralel dünyaların en hasını size yaşatıverir. Elinizde akıllı telefon bir yandan neler oluyor, nerede polis saldırısı var, tanıdık herkes güvende mi ya tanıdık olmayanlar… Rakı, bira, şarap içilir, dostlarla hoşbeş edilir, sonra gelen bir haber şen kahkahaların çınçınlarını vicdan denilen kuyunun içine atıverir. Herkes direnişte ben tatilde, herkes sokakta ben goygoyda…
Aslında tepesinde havai fişekler patlayan şenlikli bir yazı olacaktı bu ama memleketin gündemi yeniden sokaklara çağırıyor, o havai fişeklerde İstiklal Caddesinin ara sokaklarında patlıyor. Oysaki sürekli bardakları yükseltip o son damlayı erteleyip duran insanlarız, sokakta birbirine tahammülü olmayan, boş yere birbirini öldürme becerisi de olan bu insanlar topluluğunun nasıl olup da konu memleket meselesi, insanlık meselesi, halk onuru olduğunda sabır ve sükunetle dolduğuna şaşırırken Gezi’de gelen son damla bir şeyler değişiyor demişti. İşte şimdi itirafa geldik, ben tatile gidiyorum. Ya da şöyle söyleyince belki yumuşar kalpler, Gezi direnişinde çok devamsızlık yapmamış olmanın kredisiyle ben tatile gidiyorum. Çok devamsızlık yapmadım, belki de yapamadım demek daha doğru çünkü içerde olunca her şeyi birebir yaşamanın ve gerçekten ne olduğunu biliyor olmanın konforu, evdeki üçlü kanepede yoktu. Suçluluk duygusunu hiçbir tweet silip atamıyor, facebookta yaptığın paylaşıma aldığın beğeniler direnişin içinde olmanın verdiği huzuru vermiyordu. Gittim ama gene kendim için gittim, evde gözlerim eşek gözüne dönünceye kadar sosyal medyada ileti okumamak için gittim, bu da ikinci itiraf olsun.
Hem bahanelerimi hem de gelince telafi ederim burukluğunu da kabin boyu valizimin bir cebine koydum, unuttum sanılmasın.
Son günlerde attığım her adım gibi oldu, sürekli bir kendi kendini telkin ya da kandırma hali, neyse ki henüz bir kötülüğünü görmedim. “Madem” son dönemlerde en çok kullandığım kelime olabilir. İşten ayrılmadan önce daha ilahi olan ve sadece kalıp olduğundan ha bir de işten ayrılan, yeni iş arayan birçok arkadaşa, durumundan mutsuz olanlara söyleyecek daha anlamlı kelimeler bulamadığımdan papağan gibi tekrarlayıp durduğum “maşallah, inşallah, hayırlısı” üçlüsünü düşünürsek “madem” kesinlikle daha sevimli. Şöyle başlıyorsunuz; madem işsizim, madem zamanım var, madem bu aralar hiç görüşmeye çağıran yok (sakın bu “madem”lere cevap yetiştirmeyin, o zaman proje batar), madem biraz param da var, madem daha yıllarca çalışacağım, madem iş bulunca aylarca yıllık iznim bile olmayacak, madem henüz bunu hakkıyla yapabilecek kadar gencim… siz yenilerini ekleyebilirsiniz, madem uçak bileti fiyatları her gün artıyor, madem falanca arkadaş da gitmiş, görmüş, sevmiş…
Hepsini topladım sonra bir uçak biletine bağladım, gidişini bildiğim dönüşünü bildiğim, arasını hallederiz herhalde diye son günlere kadar boş bıraktığım bir seyahat/tatil oluverdi, biraz sulayınca da kendi kendine büyüyor dert etmemek lazım. Böylece söyledim ama öncesinde Avrupa soğuk, Schengen vizem yok (buraya slogan alıyorum #seyahatozgurluk ya da örgütlenelim derseniz http://seyahatozgurlugu.com/), Amerika desen gene vize derdi, Güney Amerika hayalim ama tek başına cesaret edemedim derken Tayland’a gitmeye karar verdim.
Beyaz yakalı olmanın her şeyini tattım, kiminden zevk aldım, kiminden almadım ama paket programla tatile gitmeyi, seyahat etmeyi denemek bile içimden gelmedi. Paket programların değişmez, esnemez planlarına karşı plansız canım ne zaman, nerede, nasıl isterse tatili, tatil eğer bir cennetse böyle bir şey olmalı. Yarın sabah yola çıkıyorum ve şu anda elimde sadece acil durumlar için not edilmiş birkaç otel ismi, internet bulamazsam uğraşmayayım diye nereye nasıl gidilir pratik bilgileri var ve hiç otel rezervasyonum olmaksızın yola çıkıyorum, macera dolu geçeceğini umut ediyorum, geçmezse de daha ben ne yapayım diyeceğim. Ama kaba bir plan da var tabii ki, yaklaşık 14 saat yolculuğun ardından Bangkok, sonrasında Ranong adalarına gitmek için önce otobüs terminalini bulup sonra otobüsle 10 saat yolculuk ve sonrasında 2 saatlik feribot yolculuğunun ardından Koh Phayam adası. Bu en zor kısmı zaten Koh Phayam’a kadar gidebilirsem bundan sonra sırtıma çantamı alıp her yere gidebilirim, bir nevi gezgin brövesi olacak benim için. Bir hafta deniz, kum, güneş ve dalış tatilinin ardından Kamboçya’ya gidip Angkor Vat tapınaklarını gezip Seam Reap’da geçirilecek birkaç gün ve en son Bangkok.
Aslında son günlerde Tayland da bir siyasi krizin içinde, uzun zamandır hükümet karşıtı eylemler devam ediyor, daha dün polisin halkın üzerine ateş açması sonucu direnişçilerden birinin öldüğü haberlere düştü. Direnişe çok uzak değilim ama bu direniş bizim direniş değil. Gene de sokaklarda dediğimizin arkasında duralım “kurtuluş yok tek başına ne hep beraber ne hiç birimiz”. Belki Taylandlı kardeşlerimizle de birlikte sokaklara çıkarız.
Ben tatil ve memleket gündeminden oluşan paralel dünyamda, çift kişilik sendromu göstereceğim seyahatime doğru yol alıyorum. Blogu seyahat günlüğüne çevirebilirim şimdiden uyarayım. Yapılmışı var diyenlere biliyorum yapılmışları var, çok da güzel yapılmışları var ama bu da benim maceram. (28.12.2013)

Yorumlar

Popüler Yayınlar