ÖLDÜRME EYLEMİ VE GÜZEL ELBİSELER


İnsan Hakları Film Festivali kapsamında gösterimi yapılan filmlerden biri de Danimarka Norveç ortak yapımı, üç yönetmenli ve daha önce ifİstanbul’da da gösterimi yapılan Öldürme Eylemi (The Act of Killing). Film (ya da belgesel film) karaborsada sinema biletleri satan Anwar ve arkadaşlarının hikayesini anlatıyor. Bu haliyle sevimli bir gangster hikayesi aklınıza gelebilir keza filmin kahramanları da böyle düşünmeniz için ellerinden geleni yapıyorlar fakat konunun özü biraz farklı. 
Endonezya’da 1965 yılında yapılan askeri darbe sonrasında komünistlere yönelik bir yok etme operasyonu başlar. Filmde çok bahsi geçmemesine rağmen birçok kaynakta Amerika desteğiyle yürütüldüğü söylenen (şaşırtıcı) katliam-eylemler süresince bir milyondan fazla komünist öldürülür. Türkiye’de yaşanan darbeler, olağanüstü haller ve bizim için sıradan günlerde devam eden işkenceler, bir varmış bir yokmuşlar, ölüm kuyuları, faili meçhuller, faili kahramanlar, Roboski, Madımak, Diyarbakır cezaevi, hayata dönüş operasyonu ile bitmeyen bir liste halinde uzayan katliam geçmişimizden ötürü bize çok uzak bir konu değil. Şimdiye kadar hep faillerin yakınlarını dinledik, yankıları kaç kişinin kulağını çınlattı bilinmez… Mesela Cumartesi anneleri inatla halen her cumartesi kayıp çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini bulabilmek, en azından kemiklerini bir mezara koyabilmek için buluşuyor. Daha niceleri Cumhuriyet’in gelmesiyle hükümranlığın bitmediğini, erklerin neler yapabileceğini gösterdi durdu bize kanlı elleriyle. Bu haliyle bize yabancı değil ama yabancı olan bu kez katillerin ilk ağızdan cinayetlerini ballandıra ballandıra anlatıyor olması. 90’lı yılların tetikçilerinin çıkıp itiraflar yayınlamalarından da biraz farklı durum, pişmanlık yok, ceza korkusunun verdiği tedirginlik yok.
Filmin hangi şartlarda çekildiği ve hangi duyguları kırbaçladığı altyazı dergisinin yayınladığı filmin yönetmenlerinden Joshua Oppenheimer ile yapılan röportajda var. http://www.altyazi.net/soylesiler/joshua-oppenheimer-ile-oldurme-eylemi-uzerine/
Bu soru ne zamandan beri kafamda var bilmiyorum ama her gün insanların basit bir rutinlikte öldürüldüğü bir coğrafyada çok akıldan çıkacak gibi de değil, bir insan başka bir insanı nasıl öldürebilir? Öldürmeyi nasıl düşünür, bunu ne için yapabilir ya da insan hayatından daha değerli olan nedir? Konunun psikanalitik boyutuna bulaşacak değilim, beni aşar. Zaten benim bulabildiğim cevap hep aynı yere çıkıyor, çok basit iktisadi bir dert; kıt kaynaklar nasıl bölüşülecek?
Filmin “kahramanı” Anwar daha filmin başlarında, büyük bir hevesle komünistleri nasıl öldürdüklerini anlatıyor, anlatırken de canlandırıyor, katliam yeri bir sahneye dönmüş bir orada bir burada, burada tuttuk, burada bağladık, burada… Kan kokusundan tiksindikleri için cesetlerden kan çıkmaması için nasıl yeni bir yöntem geliştirdiğini anlatırken yüzünde o gururu görmek mümkün. Filmin ilerleyen bölümlerinde bu gurur elindeki “kansız öldürme aracı” ile hep gözümüzün içine girecek. Tüm bunları yapmasının kendince geçerli nedenleri var. Komünistler geldiğinde Holywood filmlerinin gösterimlerini yasaklayacaklar, ama Anwar ve arkadaşlarının karaborsa biletler sattıkları sinemalarda en çok Holywood filmleri izleniyor ve bu büyük bir gelir kaybı demek. Diğer yandan öldürme işinin kendisi de iyi para getiriyor. Anwar’ın deyişiyle “bazen güzel elbiseler için bile birini öldürebilirsiniz”, bazen güzel elbiselerden daha değerli bir şey yoktur.
Başka bir gangster şöyle diyor; “şimdi bana bu adamı öldürmen gerekiyor deseler, ben alacağım paraya bakarım, iyi paraysa neden öldürmeyeyim?” İnsan hayatının ekonomik karşılığını özetleyen bir cümle sanırım. Bu cümlede geçen öldürme pazarlığı ve eyleme dönüşmüş hali, münferit bir durum olduğunda konu başka bir boyutta akar giderdi, sözlerin sahibine gangster, çete üyesi, mafya derdik ve konuyu adalete teslim ederdik. Toplum ahlaki değerlendirmesini yapacaktır ve tabii ki her yönetim biçiminde buna benzer suç örgütleri için yargılama ve ceza süreçleri vardır, belki işletilecektir. Ama sorun şu ki devletin desteğini arkasına almış bir öldürme eyleminden bahsediyoruz, artık hukuk yoktur ve bu devletin kendi koyduğu adı ne olursa olsun, kendisi faşisttir (faşist olduğunu kabul eden kaç devlet var tarihte ya da var mı?). Öldürme eylemi artık münferit değil, müşterek bir eylemdir ve katil devlettir. Devlet katilse kimsenin hayatının da pek önemi kalmamış demektir. Bir devletin rant dışında bir nedenle katile dönüşmesi ise nadir görünen bir durumdur. En azından ben şimdiye kadar yaşadığım kısa yaşamımda gördüklerimden ve okuduklarımdan farklı bir sonuca varamadım. Baktığınızda dünya, kaynaklardan herkesin yeterli miktarda pay alamayacağı kadar kalabalık (ortaçağda bir derebeyi de muhtemelen aynı şeyi düşünüyordu), dolayısıyla bir eleme yapmak ya da meyvelere en rahat ulaşılabilecek dallara konmak, o dallardan hiç düşmeden yaşayıp gitmek önemli. Şimdiye kadar sanki eli kolu olan, insana benzeyen bir varlıkmış gibi “devlet” dedim ama kendisi iktidardır, politikalardır, bu politikalara destek olanlardır, içinden destek olmasa da belki bir üst dala çıkmak için elini uzatan olur diye destek oluyormuş gibi görünenlerdir. Sanki fantastik bir hikayenin sahneleri gibi ama günlük haber bültenlerinde söylenmeyecek kadar gerçek.
Sıradan insanlara diğerlerinin öldürülmesini sıradan gösterebilmek için paradan biraz daha fazlasına ihtiyacınız vardır. Astrolojinin ya da kişisel gelişim eğitimlerinin de dediğine göre insanlar farklı farklıdır ama tarihsel alışkanlıkların sonucu olarak bazen bazı şeylerde çok çabuk uzlaşıverirler; milli duygular ve din. Biri mavi diğeri kırmızı hap, etkisi aynı. Acı gerçek şu ki devletin sizi ikna ettiği ya da edemediği bütün katliamlarda durum bundan ibaret, katliam olduğuna inandığınız Madımak, “kaçakçılık yapıyorlarmış, devlet ne yapsın, öldürmesin de beslesin büyütsün mü” dediğiniz Roboski ya da Gezi parkı direnişinde öldürülenler aynı paradigmadan çıkıp televizyonlarımıza düşüverdi. İnanmak istediğimize inandık, inanmak istemediğimize inanmadık.
Öldürme Eylemi’nde gördüğünüz devlet ve propaganda sistemi sanki kötü bir karşı ütopya filminden fırlamış gibi ve kurmaca izlenimi veriyor. Sonra kafanızı kaldırıp nerede olduğunuza bakıyorsunuz ve bir benzerinin içinde yaşadığınızı anlıyorsunuz ki sanıldığı gibi bu Akp iktidarı ile Endonezya’daki darbe yönetimine benzemiş değil, hep böyleydi, bazen daha ılık bazen daha soğuk. Filmin bir bölümünde iktidar partisinin mitinginde gösterilen kareler bizim gördüklerimizle hemen hemen aynı. Kimsenin umurunda değil orada olmak, oraya ait hissetmek, o heyecanı yaşamak ve üst sesten geliyor açıklaması da, “herkes mitinge gelmek için para aldı, bu gelip paralarını alıp gittikleri bir iş sadece”. İşin en problemli bölümü bunları büyük bir özgüvenle ve pişkinlikle yapıyor olmaları, hiçbir şüphe duymuyorlar, pişman değiller, pişman olmayacaklar, en iyi ihtimalle ilerde başları belaya girdiğinde “şartlar onu gerektiriyordu” diyecekler.  Biz bunu daha önce çok dinledik, en yakın Gezi direnişinde her gün aynı martavalları okudular, terörist olup olmadığımızdan, bomba yapıp yapmadığımızdan şüphelendirmeye çalıştılar. Gözümüzün önünde olanlarla ilgili her gün yalanlar söylediler, korktular gene yalanlar söylediler.
Yönetmenlerden Joshua Oppenheimer ile yapılan röportajda Anwar’ı sevip sevmediği sorulmuş, şöyle diyor; “O bir insan. İyi ve cazibeli birisi. Birisi bana, izleyicinin bu adam için empati duymasını sağlamak riskli değil mi, diye sordu. Bence riskli olan empati kurmamak, dünyayı siyah ve beyaz olarak ikiye ayırmak. Onunla çalışmak acı vericiydi. Hepimiz kâbuslar görüyorduk. Ben altı ay uyumadım. Ama bence Anwar’la empati oluşturmam Stockholm Sendromu gibi durumlarla açıklanamaz…” Ben Anwar’la hiç empati kuramadım. Her gün konuşmak, takip etmek, peşini bırakmamak, unutmamak zorunda olduğumuz haksızlıkları, cinayetleri, katliamları düşündüm, filmin sonundaki kusma sahnesi bile kurtaramadı, hatta biraz abartıp öfke doldum ve tüm kötülüklerin öznesi gibi gördüm onu ve arkadaşlarını. Evet, dünya siyah beyaz değil, belki yaptıklarını bilmeseydik sevimli bir kahraman, sempatik bir yıldız diyecektik ama neler yaptığını biliyoruz.
Buradakilerin de neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz, ayakkabı kutularında sakladıkları ellerini temizleyemez. (19.12.2013)
Not: film torente düşmüş, yeni bir festival beklemeden izleyebilirsiniz, biz 159dk’lık uzun versiyonunu izledik, kısa versiyonu kafidir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar