KAMBOÇYA, HAYAT VAR!

Deniz seviyesinde zenginlerin resort&spa otellerde, havuz kenarındaki şezlonglarında parmaklarını kıpırdatmadan yaşadıkları, tepe yamacındaki orman içi bungalovlarda yaşayan hippi görünümlü gezginlerin ise kayalara tırmanırken tek bir parmaklarıyla hayatlarının bütün yükünü taşıdıkları Railay Beach’e veda edip önce Bangkok sonra Kamboçya-Siem Reap yollarına düşüyorum. Buraya iki gün önce uzun boylu bir tekne ile Krabi’den gelmiştik, gene aynı yolla geri döneceğiz.

Kamboçya’da iyi ki Railay Beach’e gelip vücudu yoğurmuşum, iki gün içinde inip çıkıp tırmanıp yürüyüp yüzüp Angkor Wat’a farkında olmadan hazırlanmışım diye düşüneceğim günler geliyor ama önce Siem Reap’e giden yol: Yaklaşık on üç saatlik otobüs yolculuğunun ardından E5’den hallice bir yolun ortasında otobüsten indiriliyoruz. Çaresiz mülteciler gibiyiz, neredeyiz, nereye, nasıl gidiyoruz, kaç para ödüyoruz denklemimizin bilinmeyenleri. Etrafımıza toplanan ve muhtemelen söylediklerimizden hiçbir şey anlamamalarına rağmen her şeye kafa sallayıp “yes, yes, yes” diyen tuktuk ve taksiciler çözüme pek yardımcı değil… “yes, yes, yes” nereye yes, neye yes?

En sonunda beden dili -ki buralarda birkaç günün ardından ana diliniz kadar iyi konuşmaya başlıyorsunuz- ve harita yardımı ile anlaştığımız bir tuktukçuyla yola çıkıyoruz. Tam hedefe olmasa da işimi görecek bir noktaya ulaşıp (otobüs terminaline ulaşmaya çalışıyordum ama içinde en fazla on minibüs olan bir durağa geldim) Kamboçya yoluna çıkıyorum. Muhtemelen tüm söylediklerimden sadece Siem Reap ya da Kamboçya kısmını anlamıştı. Tüm bunlara rağmen beni asıl korkutan hakkında pek de güzel şeyler duymadığım Kamboçya kapısı, ama şanslı günümdeyim. Saatlerce kuyruklarda beklenen, çıkmayan vizeler, geçilemeyen sınır hikâyelerine rağmen yarım saat içinde vizemi almış, pasaport kontrolünden geçmiş ve hatta yolun kalanında taksi paylaşmak için yanıma arkadaş bulmuş durumdayım. Kişisel başarı tarihime not düşülsün, iş görüşmelerinde anlatılsın.

Dört saatlik Bangkok-Poi Pet sınır kapısı, yarım saat kapıdan geçiş ve iki saatlik Poi Pet-Siem Reap yolculuğunun ardından otele ulaşıyorum. Yol boyunca Thai ve Kamboçya müzikleri dinliyoruz, hepsi çok hüzünlü aşk şarkıları, hep felaketler, hep ayrılıklar ve aldatmalar. Aşk acısı olmasaydı dünya daha güzel bir yer olur muydu yoksa sanat, edebiyat, müzik biter miydi? Bu neşeli insanlar bile hüznün dalgalarında kulaç atmayı seviyorlarsa gerekli bir şey olmalı.

Otele vardığımda tapınak ziyaretlerine başlamak için çok geç, o nedenle şehri biraz keşfedip bir sonraki günü planlama derdindeyim. İşin ilginci etrafta çok fazla turist görünmüyor, sokaklar Kamboçyalıların gürültüsü ile dolu. Çok olan başka bir şeyde lüks oteller, her köşe başında beş yıldızlı otel görmek mümkün, batılılar bir yerlerde olmalı…

Siem Reap’de hem birkaç Night Market hem de Old Market denilen ve hediyelik eşyalardan çok yiyecek ve içeceklerin satıldığı pazarlar var. Kalite konusunda yorumsuz kalmakla birlikte Kamboçya’nın alış veriş için oldukça ucuz olduğunu söylemek lazım. Dolar lokal para biriminden daha fazla geçerliliğe sahip ve her yerde kullanabiliyorsunuz, tabii bazen para üstünüzü Kamboçya rieli olarak alabilirsiniz (1 Dolar = 4.000 Kamboçya Riel). Pazarda ilk verilen fiyatlar siz adım attıkça düşüyor, alıcıysanız sen ne ödeyebilirsine gelip genelde yarı fiyatı ya da sizin içinizin kaldırabileceği noktaya kadar düşmüş son fiyatla kapanıyor. Birçok satıcı için siz günün en kıymetli müşterisisiniz ve iyi şans için iyi bir fiyat teklifi alacaksınız ve bazen göz göze gelince buna hayır demek çok zor. Dönünce çantadan çıkan anlamsız hediyeler ve gereksiz şeyler hep bundan.

Night Market içindeki Island Bar alış verişten yorulduğunuzda durak noktası olabilir. Yok, ben içmelere doyamam, hatta dans etmek istiyorum krizlerine girerseniz Night Market’in hemen dibinde Avrupadaki China Townlar kadar absürd varlığıyla Pub Street’i görebilirsiniz. Burada bazı akşamlar eğlence sokağa taşıyor ve partiler sokakta eğlenen yüzlerce insanla devam ediyor. Benim için büyük sürpriz, evet bir şehir ama daha bakir ve Asyalı bir şehir bekliyordum, sabahlara kadar Rihanna ile çılgın eğlenceler beni şaşırttı. Daha sonra öğrendiğime göre buraya tapınaklardan ziyade ucuz bira (1 ya da 1,5 dolar) ve eğlence için de gelen birçok insan var. Tapınak gezenler benim gibi baygın gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışırken diğerleri bütün gün dinlenmiş olmanın verdiği enerjiyle geceye hazır, içkiler, sigaralar, dans, müzik ve yeni arkadaşlar… Batılılar, batı müzikleri ve batı eğlence şekliyle doğuda bir coğrafyayı işgal ediyor. İyi mi kötü mü bir sonuca varmak çok zor. Kamboçyalılar en büyük zenginlikleri olan Angkor Wat’tan doğrudan elde edemedikleri geliri bu şekilde kazanmaktan pek mutsuz görünmüyorlar ya da görünemiyorlar, sonuçta satışta güler yüz esastır…

 “Etrafına, tapınağıyla, her biri tek bir ağaçtan yontulmuş olan, yunus, balık, adam ve deniz kuşu karışımı bu büyük tanrı şeklindeki uzun boylu putlarıyla bu büyük sala, kendi işleriyle meşgul olan, kimi bir şeyler dokuyan, kimi yontan, kimi balık avlayan, kimi yüksek platformlar üzerinde yemek pişiren, kimi bebek bakan bu insanlara, en az yetmiş tane olan ve suyun üzerinde belki bir mil çapında büyük bir daire oluşturacak şekilde dağılmış diğer sallara baktı. Burası bir kasabaydı: Uzaktaki evlerden ince dumanlar döne döne yükseliyordu, çocukların sesi de rüzgârda. Burası bir kasabaydı, ve bu kasabanın zemininin altında denizin dibi vardı.”

Ursula K. Le. Guin’in bu satırlarını okurken gözlerim büyümüştü, denizin üzerinde bir kasaba, gündelik işlerin gündelik seyrinde aktığı denizin üzerinde devam edip giden bir hayat. Yerdeniz’in büyücüsü Arren uzaktan gördüğünde ne hissettiyse ben de aynı heyecanla doluyum. Siem Reap’in dibinde Tonle Sap gölünün üzerinde daha önce okuduğum bir masalın içindeyim. Kayıkla aralarından geçtiğimiz, uzun direklerle gölden yükseltilmiş fakat temelleri gölün içinde onlarca ev. Bu köyün çocuklarının bisikletleri yok, teneke leğenleri var okullarına gitmek için.  Suyun içine doğmuş, suyun içinde yaşıyorlar. Bereketli topraklar yok verim bekleyecekleri, toprakları bu göl, öyle ki yüzen köyün ormanı da suların içinde. Bu ormanda ağaçların arasında yürüyüş yapmak mümkün değil fakat Tonle Sap kadınlarının küreklerini çektiği sallarla bir gezinti yapabilirsiniz. İçine düştüğümüz masalın kadın kahramanları dünyanın en eğlenceli insanları olmalı. Yol boyunca attıkları kahkahalar yorgun yüzlerindeki çizgileri belirginleştirse de Buda’nın topraklarında Nirvana’ya ulaşanların onlar olduğu belli. İlla bir benzetme yapmak gerekiyorsa Anadolu’da kucağında bebeği ile sırtında çalı çırpı taşıyan kadın metaforu neyse Tonle Sap’ın önlerine aldıkları bebekleriyle kürek çeken kadınları odur, en azından oturduğum yerden öyle görünüyor. Erkekler pek ortalıkta görünmüyor ama muhtemelen hepsi gölün bir yerlerinde doğayı bugün de yenmiş olmanın gururuyla teknelerinin üstünde dimdik durarak balık bekliyorlar. Güneşin Tonle Sap üzerinden batışını seyredip köylüler akşam yemeği için ocaklarını yakmaya başlamışken masaldan bizim payımıza düşen elmanın tadı damağımızda dönüş yoluna düşüyoruz.

Dünyada güzel olduğu söylenen bazı yapıları gördüm, bazı heyecanlı, ilginç şeyleri deneme şansım oldu ama hiçbir şey insanlarla göz göze yan yana olmanın hazzını vermedi. İnsan yapısı, dünya harikası o muhteşem yapıların hiçbiri insan sıcaklığını veremiyor. O nedenle de hiçbir zaman sadece binaları gezmekle yetinmiyoruz, binalardaki insan hikâyelerinde o sıcaklığı arıyoruz. Angkor Wat’ta ne bulacağımız bir sonraki yazının konusu.

Railay Beach (view point)

Kamboçya’da iyi ki Railay Beach’e gelip vücudu yoğurmuşum, iki gün içinde inip çıkıp tırmanıp yürüyüp yüzüp Angkor Wat’a farkında olmadan hazırlanmışım diye düşüneceğim günler geliyor ama önce Siem Reap’e giden yol: Yaklaşık on üç saatlik otobüs yolculuğunun ardından E5’den hallice bir yolun ortasında otobüsten indiriliyoruz. Çaresiz mülteciler gibiyiz, neredeyiz, nereye, nasıl gidiyoruz, kaç para ödüyoruz denklemimizin bilinmeyenleri. Etrafımıza toplanan ve muhtemelen söylediklerimizden hiçbir şey anlamamalarına rağmen her şeye kafa sallayıp “yes, yes, yes” diyen tuktuk ve taksiciler çözüme pek yardımcı değil… “yes, yes, yes” nereye yes, neye yes?

En sonunda beden dili -ki buralarda birkaç günün ardından ana diliniz kadar iyi konuşmaya başlıyorsunuz- ve harita yardımı ile anlaştığımız bir tuktukçuyla yola çıkıyoruz. Tam hedefe olmasa da işimi görecek bir noktaya ulaşıp (otobüs terminaline ulaşmaya çalışıyordum ama içinde en fazla on minibüs olan bir durağa geldim) Kamboçya yoluna çıkıyorum. Muhtemelen tüm söylediklerimden sadece Siem Reap ya da Kamboçya kısmını anlamıştı. Tüm bunlara rağmen beni asıl korkutan hakkında pek de güzel şeyler duymadığım Kamboçya kapısı, ama şanslı günümdeyim. Saatlerce kuyruklarda beklenen, çıkmayan vizeler, geçilemeyen sınır hikâyelerine rağmen yarım saat içinde vizemi almış, pasaport kontrolünden geçmiş ve hatta yolun kalanında taksi paylaşmak için yanıma arkadaş bulmuş durumdayım. Kişisel başarı tarihime not düşülsün, iş görüşmelerinde anlatılsın.

Dört saatlik Bangkok-Poi Pet sınır kapısı, yarım saat kapıdan geçiş ve iki saatlik Poi Pet-Siem Reap yolculuğunun ardından otele ulaşıyorum. Yol boyunca Thai ve Kamboçya müzikleri dinliyoruz, hepsi çok hüzünlü aşk şarkıları, hep felaketler, hep ayrılıklar ve aldatmalar. Aşk acısı olmasaydı dünya daha güzel bir yer olur muydu yoksa sanat, edebiyat, müzik biter miydi? Bu neşeli insanlar bile hüznün dalgalarında kulaç atmayı seviyorlarsa gerekli bir şey olmalı.

Otele vardığımda tapınak ziyaretlerine başlamak için çok geç, o nedenle şehri biraz keşfedip bir sonraki günü planlama derdindeyim. İşin ilginci etrafta çok fazla turist görünmüyor, sokaklar Kamboçyalıların gürültüsü ile dolu. Çok olan başka bir şeyde lüks oteller, her köşe başında beş yıldızlı otel görmek mümkün, batılılar bir yerlerde olmalı…

Siem Reap’de hem birkaç Night Market hem de Old Market denilen ve hediyelik eşyalardan çok yiyecek ve içeceklerin satıldığı pazarlar var. Kalite konusunda yorumsuz kalmakla birlikte Kamboçya’nın alış veriş için oldukça ucuz olduğunu söylemek lazım. Dolar lokal para biriminden daha fazla geçerliliğe sahip ve her yerde kullanabiliyorsunuz, tabii bazen para üstünüzü Kamboçya rieli olarak alabilirsiniz (1 Dolar = 4.000 Kamboçya Riel). Pazarda ilk verilen fiyatlar siz adım attıkça düşüyor, alıcıysanız sen ne ödeyebilirsine gelip genelde yarı fiyatı ya da sizin içinizin kaldırabileceği noktaya kadar düşmüş son fiyatla kapanıyor. Birçok satıcı için siz günün en kıymetli müşterisisiniz ve iyi şans için iyi bir fiyat teklifi alacaksınız ve bazen göz göze gelince buna hayır demek çok zor. Dönünce çantadan çıkan anlamsız hediyeler ve gereksiz şeyler hep bundan.

Night Market içindeki Island Bar alış verişten yorulduğunuzda durak noktası olabilir. Yok, ben içmelere doyamam, hatta dans etmek istiyorum krizlerine girerseniz Night Market’in hemen dibinde Avrupadaki China Townlar kadar absürd varlığıyla Pub Street’i görebilirsiniz. Burada bazı akşamlar eğlence sokağa taşıyor ve partiler sokakta eğlenen yüzlerce insanla devam ediyor. Benim için büyük sürpriz, evet bir şehir ama daha bakir ve Asyalı bir şehir bekliyordum, sabahlara kadar Rihanna ile çılgın eğlenceler beni şaşırttı. Daha sonra öğrendiğime göre buraya tapınaklardan ziyade ucuz bira (1 ya da 1,5 dolar) ve eğlence için de gelen birçok insan var. Tapınak gezenler benim gibi baygın gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışırken diğerleri bütün gün dinlenmiş olmanın verdiği enerjiyle geceye hazır, içkiler, sigaralar, dans, müzik ve yeni arkadaşlar… Batılılar, batı müzikleri ve batı eğlence şekliyle doğuda bir coğrafyayı işgal ediyor. İyi mi kötü mü bir sonuca varmak çok zor. Kamboçyalılar en büyük zenginlikleri olan Angkor Wat’tan doğrudan elde edemedikleri geliri bu şekilde kazanmaktan pek mutsuz görünmüyorlar ya da görünemiyorlar, sonuçta satışta güler yüz esastır…

Night Market
Night Market
Pub Street
“Etrafına, tapınağıyla, her biri tek bir ağaçtan yontulmuş olan, yunus, balık, adam ve deniz kuşu karışımı bu büyük tanrı şeklindeki uzun boylu putlarıyla bu büyük sala, kendi işleriyle meşgul olan, kimi bir şeyler dokuyan, kimi yontan, kimi balık avlayan, kimi yüksek platformlar üzerinde yemek pişiren, kimi bebek bakan bu insanlara, en az yetmiş tane olan ve suyun üzerinde belki bir mil çapında büyük bir daire oluşturacak şekilde dağılmış diğer sallara baktı. Burası bir kasabaydı: Uzaktaki evlerden ince dumanlar döne döne yükseliyordu, çocukların sesi de rüzgârda. Burası bir kasabaydı, ve bu kasabanın zemininin altında denizin dibi vardı.”

Tonle Sap
Ursula K. Le. Guin’in bu satırlarını okurken gözlerim büyümüştü, denizin üzerinde bir kasaba, gündelik işlerin gündelik seyrinde aktığı denizin üzerinde devam edip giden bir hayat. Yerdeniz’in büyücüsü Arren uzaktan gördüğünde ne hissettiyse ben de aynı heyecanla doluyum. Siem Reap’in dibinde Tonle Sap gölünün üzerinde daha önce okuduğum bir masalın içindeyim. Kayıkla aralarından geçtiğimiz, uzun direklerle gölden yükseltilmiş fakat temelleri gölün içinde onlarca ev. Bu köyün çocuklarının bisikletleri yok, teneke leğenleri var okullarına gitmek için.  Suyun içine doğmuş, suyun içinde yaşıyorlar. Bereketli topraklar yok verim bekleyecekleri, toprakları bu göl, öyle ki yüzen köyün ormanı da suların içinde. Bu ormanda ağaçların arasında yürüyüş yapmak mümkün değil fakat Tonle Sap kadınlarının küreklerini çektiği sallarla bir gezinti yapabilirsiniz. İçine düştüğümüz masalın kadın kahramanları dünyanın en eğlenceli insanları olmalı. Yol boyunca attıkları kahkahalar yorgun yüzlerindeki çizgileri belirginleştirse de Buda’nın topraklarında Nirvana’ya ulaşanların onlar olduğu belli. İlla bir benzetme yapmak gerekiyorsa Anadolu’da kucağında bebeği ile sırtında çalı çırpı taşıyan kadın metaforu neyse Tonle Sap’ın önlerine aldıkları bebekleriyle kürek çeken kadınları odur, en azından oturduğum yerden öyle görünüyor. Erkekler pek ortalıkta görünmüyor ama muhtemelen hepsi gölün bir yerlerinde doğayı bugün de yenmiş olmanın gururuyla teknelerinin üstünde dimdik durarak balık bekliyorlar. Güneşin Tonle Sap üzerinden batışını seyredip köylüler akşam yemeği için ocaklarını yakmaya başlamışken masaldan bizim payımıza düşen elmanın tadı damağımızda dönüş yoluna düşüyoruz.

Dünyada güzel olduğu söylenen bazı yapıları gördüm, bazı heyecanlı, ilginç şeyleri deneme şansım oldu ama hiçbir şey insanlarla göz göze yan yana olmanın hazzını vermedi. İnsan yapısı, dünya harikası o muhteşem yapıların hiçbiri insan sıcaklığını veremiyor. O nedenle de hiçbir zaman sadece binaları gezmekle yetinmiyoruz, binalardaki insan hikâyelerinde o sıcaklığı arıyoruz. Angkor Wat’ta ne bulacağımız bir sonraki yazının konusu.

Tonle Sap - Okul
Tonle Sap
Tonle Sap
Tonle Sap - Floating Village

Tonle Sap









Tonle Sap - Floated Forest
Tonle Sap
Tonle Sap - Floated Forest











Yorumlar

Popüler Yayınlar