ANGKOR WAT - TAPINAKLAR ŞEHRİ
Tapınak, kilise, ören yeri, saray
vs. gezerken farklı ruh halleri içinde salınmak mümkündür. Dini ve milli
duygularını beslemeye çalışanlar ve dini mekânlarda inançlarına saygılarını
sunmak için bir nevi hac ziyaretinde bulunanlar maneviyatın derinliği ile
coşarlar. Karşılarında vay vay vay ne büyük medeniyet, insanoğlu neler yapmış
diye kafa sallamayı sevenler vardır. Diğer yandan insanoğlu ve doğa arasında
süre giden savaşta aldığımız yolu görmek, iktidarların gücü ve acımasızlığı,
ihtişam düşkünlüğü ve bunun nasıl estetik bir biçime sokularak genel kabul
gören hale geldiğini anlamaya çalışanlar, bu muhteşem yapıların kölelerin
nefeslerinden çalarak yükseldiğini bildiklerinden dehşetle etraflarına
bakmaktadırlar. Sanırım ben son grupta olmaktan kurtulamıyorum.
Angkor Wat ve tüm diğer
tapınakları gezmenin birçok yolu var. Geniş bir alana yayılmış küçüklü büyüklü
yüzlerce tapınak var ama açıkçası bunların hepsini görmek mümkün olmadığı gibi
şart da değil. Hali hazırda çizilmiş yolların dışında keşfedebildiğim bir alternatif
de yok. En iyisi haritalarda gösterilen yolları izlemek yani Big Circuit ve
Mini Circuit olarak çizilen çemberleri takip etmek. Bunu tuk-tuk, araba ya da
motor kiralayarak yapabileceğiniz gibi bisiklet kiralayarak da yapabilirsiniz. Ben
bisikleti tercih ediyorum ve böylece zaten yeterince zorlu olan parkuru bir
derece daha ileriye taşıyorum. Çıkılacak yüzlerce basamak, yürünecek, pedala basılacak
kilometreler var.
Angkor Wat ve Angkor Tom hem en
büyük tapınaklar hem de en meşhur olanları ve bu şöhreti hak edecek kadar
güzeller. Angkor Wat Khmer dilinde Tapınak Şehri (Angkor: şehir, Wat: tapınak)
anlamına geliyor, hem bir tapınak hem de genel olarak tapınak bölgesi bu isimle
anılıyor. Bu iki tapınağı olmazsa olmaz listesine ekliyoruz, diğer tapınaklar
ise şöyle dağılıyor.
Mini Circuit: Angkor Wat, Phnom Bakheng (gün batımı/sunset tapınağı
olarak da geçiyor), Angkor Tom (Bayon,Bauphon, Elephant Terrace ve Leppe King
Terrace başta olmak üzere birçok bölümden oluşan bir kompleks), Chau Say
Tevoda, Thommanon, Ta Keo, Ta Prohm, Banteay Kdei, Srah Srang, Pr. Kravan
Big Circuit: Prah Khan, Neak Pean, Ta Som, Easterns Mebon, Pr.
Prerup (gün batımı için alternatif olabilir)
Bu standart güzergahlarda bazen kaybolarak bazen yol nereye götürüyor merakıyla ufak tefek değişiklikler yaparak ilk gün Mini Circuit, ikinci gün ise Big Circuiti gezdim, Angkor Tom’dan dolayı ilk günün daha zorlu geçtiğini söylemem gerekiyor. Eğer vaktiniz varsa bu tapınakları Angkor Tom ve Angkor Wat’ı ayırarak üç güne yaymak daha rahat dolaşmanızı sağlayacaktır. Ben üçüncü günümü bisikletle gidilemeyecek kadar uzakta olan başka iki tapınak için ayırıyorum, sonuçta üç günde on beş tapınak gezerek tamamlayacağım. Önce biraz kimlerin illerindeyiz, neredeyiz anlayalım.
Buraların en popüler ismi Khmer krallarından Jayavarman II, adını her yerde görmek mümkün. Angkor Wat’ın tarihini de Jayavarman II’nin kral olduğu 790 yılından başlatmak mümkün, kendisinden sonra birçok Jayavarman daha gelecek ama Angkor Wat tapınağı 12. yy’da Suryavarman II tarafından yaptırılacak.
Jayavarman II’nin krallığı için
bu toprakları seçmesi tabii ki de tesadüf değil, Siem Reap’in yanı başındaki
Tonle Sap gölünün bereketi krala “suyuma gel” demiş. Khmer Krallığının Hinduizm
ve Budizm ile tanışması da dolaylı olarak bu su sayesinde, buradan çıkardıkları
ürünler vesilesiyle Hindistan ile ticaret yaparak önce Hinduizm sonra da Budizm
ile tanışıp kaynaşmışlar, bu samimiyetleri halen de devam etmekte. Öyle ki
Angkor Wat tapınaklarının birçoğu halen ibadet yeri olarak kullanımda,
dolayısıyla tapınaklarda dikkat edilmesi gereken kılık kıyafet ile birlikte hal ve tavırlar
için bazı kurallar var. Hinduizm halen dünyadaki üç büyük dinden biri ve bu
tapınakları benim gibi dünya mirası merakıyla gezenler olduğu gibi, ibadet için
yola çıkmış, bir nevi hac için buraya gelmiş insanların sayısı da az değil.
Hinduizm ve Budizm aşırı zengin azınlık ve aşırı yoksul çoğunluk arasında dengeyi ve “barışı” sağlamak gibi çok kutsal bir amaca hizmet ediyor. Hinduizm inanç sistemine baktığınızda Müslümanlıktaki tek tanrı inancından çok Brahma (yaratıcı tanrı), Siva (yıkıcı tanrı) ve Vişnu’su (koruyucu tanrı) ile Hristiyanlığın baba, oğul, kutsal ruh triosuna daha yakın. Bu tanrılar soyut varlıklarıyla bir köşede dururken, insanın başına gelen hiçbir şeyin tanrılardan kaynaklanmadığı inancı kaderciliği ortadan kaldırıp, insanların kendilerine döndüğü bir düşünsel sistem yaratıyor. Zenginler ve fakirler arasında barışı yaratan da bu, sorgulayıp isyan edebileceğiniz bir durum yok, herkes toplum içindeki yerini kendisi hak etmiştir, belki bir sonraki yaşama daha güzeli olur. Reenkarnasyon ve karmanın birleşiminden çıkan inanç, insan iyi davranışlarla yaşamışsa bir sonraki hayatında iyi bir yaşam şansı elde edecektir, kötü davranışlarla yaşamışsa bir sonraki hayatında bunun cezasını çekecektir, hiçbir şey tanrıdan değildir, her şey insanın kendi eylemlerinin sonucudur. Bütün karmalar temizlenene, Tanrı bilincine varılana kadar her varlık yeniden bedenlenir. Tanrı bilincine varılması, Mekşa’ya ulaşma bir üst mertebeye çıkma ve aydınlanma halidir, reenkarnasyon bu noktada durur.
Her din gibi Hinduizm de bir müddet sonra peygambere ihtiyaç duymuş. Bu arada imdada bir prens olarak doğan yıllarca sarayın kapalı duvarları içinde insanların çektiği acıyı görmeden zevki sefa içinde yaşayıp giden sonra insanoğlunun acı çektiğini fark ettiğinde de kendini bu acıyı yok edecek yolu bulmak için adayan Siddhartha Gautama namı diğer Buddha yetişip gelmiş. Saray yaşamının ardından gelen çilekeş hayatın da kendisine acı verdiğini gören Buddha en sonunda yaşadığı aydınlanma sonucu -ki Buddha kelimesi “uyanmış kişi, farkında olan” anlamlarına gelmektedir- şu sonuca varmış “Acı çekmenin nedeni istektir. İstekse bilgisizlikten doğar. Ancak elde edebileceğinizi isteyin”. Buradan hareketle çok sosyalist bir din olduğu düşünülmesin, kapitalist perspektifte sermayen varsa parayı koyar daha da zengin olabilirsin ama zaten karnını zor doyuruyorsan böyle şeyler istemek de yersizdir diyor. Tabii bu sosyolojik bakış, felsefi temellere inilirse güzel şeyler de söylüyor olabilir. “Budizmin töresel ilkesi acımak ve sevmektir. Budist töresinin son sözü de vazgeçmedir. Her türlü isteklerden, tutkulardan, gerektiğinde de yaşamaktan vazgeçme… Bu vazgeçiş, Budisti sonsuz mutluluğa kavuşturmakta, Nirvana’laştırmaktadır.”
Budizm, her ne kadar içinden doğmuş olsa da Hinduizm’e rakip olmuştur. Hinduizm’in kast sistemini reddeder. Karma felsefesi korunmakla birlikte yeniden dünyaya geliş Hinduizmden farklıdır, reenkarnasyondaki sürekliliği içermez. Ne tanrı ne de ruhun varlığının sonsuz olmadığı inancı ruhun bir bedenden diğerine taşınması, taşınırken bir önceki deneyimlerini taşıması prensibine karşı çıkar, ruhu önceki hayatlarından, hata ve erdemlerinden özgürleştirir. Fakat insan halen tüm eylemlerinin sorumlusudur, karma sonucu şimdiki hayatında iyi bir insan olmasına rağmen geçmiş hayatlarından dolayı kötülük bulmuş olabilir ama karmayı iyi yöne taşımak için, “erdemli” olmak için çalışmaya devam etmelidir.
Angkor Krallığının Hinduizm’den Budizm’e geçişi 1181 yılında büyük taht kavgaları sonucu kral olan Jayavarman VII zamanında oluyor, Jayavarman VII aynı zamanda Angkor’un son büyük kralı. Onun krallığı zamanında birçok Hindu tapınağı yeniden düzenlenerek Budist tapınağı haline dönüştürülüyor ya da yenileri yapılıyor. 1307’ye kadar yeni tapınaklar inşa edilmeye, tapınak şehri büyümeye devam etse de sonrasında duraklama dönemine girildiği gibi 16. yy’ın sonunda da krallığın sonu geliyor, geçmiş olsun…
Krallığın neden yok olduğunun nedenlerini Angkor Wat tapınağında koridorlar boyunca uzanan duvar kabartmalarından anlamak mümkün. Her büyük medeniyetin başına gelen şeyler, savaşlar, kutlamalar, kahramanlıklar, zaferler ve bir gün zaferi diğer tarafın kazanmasıyla gelen son. Önce yol kenarındaki nehir kolunun ardından görünen Angkor Wat, sonra içerideki göletlerde yüzen nilüferlere kendisinin de bir çiçek oluşunu kanıtlamaya çalışıyor. Angkor Wat’ın Kamboçya bayrağında da yerini bulan kuleleri lotus çiçeğinin (nilüfer) yapraklarından esinlenerek yapılmış. Güvenilir olmayan internet kaynaklarına göre lotus çiçeği zihnin duruluğu ve ruhun saflığını temsil eder, Hinduizm ve Budizm bu çiçeği mükemmelliğin somut sembolü olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte çiçeğin neyi temsil ettiği rengine göre de değişebilmektedir. Angkor Wat’ta en çok görülen pembe lotus çiçeği aydınlanma ve maneviyatı temsil ediyormuş.
Angkor Tom hem krallığın yönetim merkezi hem de dokuz
kilometrekarelik alana yayılan binaları ile tapınakların en büyüğü. Bayon, Angkor Tom’un en görkemli
yapılarından biri. “Yüz Kuleleri” (Face Towers-bazen çevirince absürd oluyor)
diye de bilinen bu tapınak adına yakışır şekilde ayakta kalan otuz yedi
kulesinin her birinin dört tarafındaki yüzlerle biraz da ürkütücü. En çok merak
ettiğim konu Bayon yüzü kime aittir, çünkü kulelerdeki bütün yüzler aynı.
Ulaşabildiğim tek sonuç kendisini tanrı kral olarak da tanımlayan Jayavarman
VII ismi oldu. Kralın kendi yüzü mü yoksa merhamet tanrıçası olarak tanımlanan
Bodhisattva Avalokitesvara ile kralın yüzünün kolajlanmış bir hali mi kesin bir
bilgi yok ama kralın mesajı çok net. Büyük Birader’e bakıyorsanız kendisi
burada, gözü nereye giderseniz gidin sürekli üzerinizde, merdivenleri çıkıp
ikinci kata çıktığınızda bu his daha da kuvvetlenecek ve Angkor Tom
sınırlarından çıkıncaya kadar da peşinizi bırakmayacak.
Angkor Tom’da etkileyici “asura”larla
tanışacaksınız. Genelde tapınağın kapılarına giden köprülerin üzerinde,
suratlarındaki şaşkın, kızgın, sinirli ifadeler ve kollarının altında tuttukları
yedi başlı naga yani dev yılan ile tapınağa girişinize müsaade edecekler. Bir
görüşe göre tapınağın dışındaki bu heykeller “insan dünyasını” temsil
etmektedir, tapınağın içine girdiğinizde artık Tanrının dünyasındasınız. Bunun
dışında tapınaklarda sık sık göreceğiniz figürlerden birisi de “Apsara”, Hindu
ve Budist mitolojisinde bulutlarda ve suda yaşadığına inanılan bu dişi perileri
tapınak duvarlarında genel olarak dans ederken görmek mümkün.
Kendisi küçük, Buda’sı büyük tapınakları
geçtikten sonra Baphuon başka bir su
tapınağı olarak karşıma çıkıyor. Suyun üzerindeki yansımasıyla daha heybetli
görünen tapınağın içine girildiğinde Royal Palace, Elephant ve Lepper King
Teraslarına kadar uzanan, bazen ormanın içinde geceleri canlandıklarını
düşündüğüm ağaçların arasında (Yüzüklerin Efendisi’ni hatırlayın) yürüyüşlere
dönüşen bir yolculuk başlıyor. Bauphon’un arkasında taşların arasına gizlenmiş,
dikkatsiz gözlerin önünden kaçıveren yatan bir Buda var, keşfetmeden yolunuza
devam etmeyin. Bauphon’dan sonra birçok tapınakta olduğu gibi filler ve
aslanlar tarafından korunan Royal Palace
sonra da duvarlarına işlenmiş kabartmalarla Elephant Terrace ve Leper
King Terrace ziyaret noktaları, hayvanlarla dost bir inanç sistemi... Angkor
Tom’un diğer bir sürprizi, her zaman karşınıza çıkabilecek, meyvelerinizi
paylaşmak isteyecek, tapınakların sahici koruyucuları maymunlarla sık sık göz
göze geliyor olmanız, dostça davranırsanız zararsızlar.Bayon |
Angkor Wat Muhafızları |
Bayon |
Şehir içinde bisiklet kullanmak
tuk-tuk, motor ve arabalardan dolayı biraz tehlikeli, oldukça dikkatli olmak ve
dört bir yanınızı kollamak zorundasınız. Zira kural falan yok, her an ters
yönden gelen bir motor ya da tuk-tuk ile burun buruna gelebilirsiniz. Diğer
yandan tapınaklar arasında bisikletle dolaşmak muhteşem, ağaçlarla çevrili bir
yoldan zaman zaman nehir kollarının üstüne kurulmuş köprülerden geçerek gidiyorsunuz
ve yolunuzun üzerinde keşfedilecek çok şey var.
Aslında Big Circuit’in bir
parçası fakat ben bisikletle kaptırıp yoluma devam ettiğim için gözümü orada açtım.
The Preah Khan Tapınağı’nın
belirleyici özelliği girişindeki kafasız Vişnu muhafızları, bununla birlikte
kabartmaların en iyi korunduğu tapınaklardan biri. Zamanında içinde binden
fazla öğretmenin çalıştığı krallığın Budist üniversitesi olduğu söylenebilir.
Bir de içeride göze çarpan çok sayıda sunak var. Tanrıları yaratanların
kurbanlar olduğuna inanan bir dinin mirasları. İnsan yapısı ile doğa arasındaki
mücadelenin ilk belirgin izleri de burada karşımıza çıkıyor. Kök saldığı yerde
direnen duvarları yıkarak devleşen ağaçlar kimin daha güçlü olduğunu gösteriyor.
Notre Dame, Sagrada Familia, Ayasofya, Collesium, Piramitler ve Angkor Wat’ı
yapan insanoğlu doğanın tüm gücüyle saldırması karşısında çaresiz. Kamboçya’yı
doğa yönetiyor, insanların onun buyruklarına itaat etmeye çalışmaktan başka
şansları yok.
Ta Prohm benim favorilerimden, içinde ağaçların yüzdüğü soluk yüzlü,
içinden her an hayalet ellerinin uzanıp saçlarınızdan çekiştirebileceği bir
gölün üstündeki tahta yoldan yürüyerek ulaşıyorsunuz. Tapınaktan ziyade tapınak
ve ağaçların ilişkisini gözetlemek, samimiyetlerine şahit olmak etkileyici.
İlk gün yaklaşık 25 kilometre tapınaklara ulaşmak ve gezmek için pedal çevirdim, otele ulaşmak için on dört kilometre daha devam etmem gerekiyor, ilk günün hamlığı ile biraz yorgunum ama Siem Reap akşamları da yaşamaya devam ediyor, ben de devam edeceğim.
Phnom Bakheng Angkor Wat ile Angkor Tom arasında bir önceki gün göremeden geçtiğim tapınak. Şöhreti güneşin doğuşu ve özellikle batışında sunduğu manzaradan kaynaklanıyor. Bisikletimi bırakıp tapınağa doğru yürürken bir önceki gün nasıl görmeden geçtiğimi de anlıyorum, gözle görülür bir yerde değil çünkü. Ormanın içinde “orta tehlikeli”, yılan gibi kıvrılarak yukarı çıkan fil yolundan (öyle bir şey de var tabii, bkz. bir ulaşım aracı olarak fil) yaklaşık on-on beş dakika yürüdükten sonra tapınağa ulaşabiliyorum. İtiraf etmeliyim arada korkup geri dönmeyi düşündüm ama arkadan gelen üç Rus sayesinde yola devam edebildim. Tapınak gün batımı saatlerinde ne kadar kalabalıksa şimdi o kadar sessiz, güvenlik bile bu saatte bu tapınağa gelenler olduğu için şaşkın. Angkor’un başkentlerinden biri olan Phnom Bakheng’de devam eden restorasyon çalışmalarının yanında bizi ilk karşılayan tapınağın önündeki inek heykeli oluyor. Hinduizmin kutsalı, ilk defa bir tapınakta karşıma çıkıyor. Sonra dik merdivenlerden sola sağa tutunarak bir kez daha, bir tapınağın daha yukarılarına doğru tırmanıyorum. Bir tarafta uçsuz bucaksız bir orman, diğer tarafta uzaktan görünen Siem Reap (sanırım). Tek başıma olduğumdan güvenlik gerekçeleri nedeniyle (yalnız kadınların hava karardıktan sonra bu alanlarda tek başına dolaşması tavsiye edilmiyor!) burada gün batımını seyredemeyeceğim için üzgünüm, bu zevki koruyucu aslanlara bırakıp ben yola devam ediyorum.
Angkor Tom’un önüne geldiğimde
kocaman cüsselerine inat sessizce dibimden geçen fillere saygılarımı sunup
ilerliyorum, yeni durak Neak Pean.
Angkor Wat, macera filmleri kadar
korku filmlerine de mekân olabilir. Korku filmlerini aratmayacak bir görüntüye
sahip nehrin üzerinden geçerek, etraftaki kalabalığa rağmen ağaçlardan, gölden
gelen seslerden ürkerek ve de hava karardıktan sonra böyle bir yerde yalnız kalmamayı
dileyerek yürüyorum. Küçük bir tapınak ama suların içinde, gölgeler durgun göl
suyunda belirgin, Ressam Bob’un yıllarca anlatmaya çalıştığı bu olmalı,
birileri yelpaze fırçasıyla ufak dokunuşlar yapıp, büyük fırçayla da etrafa
dağıtmış, yaptığı tabloya bakıyoruz şimdi.
Sıradaki Ta Som, Bayon yüzünün başına takılmış bir taç gibi görünen ağacın, duvarın diğer tarafına geçtiğinizde kapıyı esir aldığını gördüğünüz bir tapınak. Bir zamanlar taş ve kumdan yapılmış kapının artık bir de ahşap içerik kazandığı bu nokta rol çalarak tapınağın bütün güzel kabartmalarını da gölgede bırakıyor. Bir de ağaç kapının altında fotoğraf çektirmezseniz Kamboçya’ya gitmiş sayılmıyormuşsunuz.
Eastern Mebon dört köşesine dikilmiş filleriyle, Pr. Prerup tepesine ulaşmak için
çıkılması gereken merdivenleriyle dizleri titretiyor. Prerup kalabalığa
gelemem, gün batımını sakin sakin izleyelim diyenler için bir alternatif
olabilir.
Nehrin kenarından pedallara basarak geçip karşılıklı iki tapınağın bulunduğu Banteay Kdei ve Srah Srang’a geliyorum. Banteay Kdei’de bir Budist ile sohbet edip artık zamanıdır diyerek iyi şans getirmesi için tütsülerimi yakıyorum, Buda’ya saygılarımı sunuyorum, koluma takılan iyi şans bilekliği ile hayattan bundan sonraki beklentilerim yüksek olacak. İşsizim, yalnızım ve bir kedim bile yok.
Günün son tapınağı Pr. Kravan, küçük bir tapınak, fazla
ziyaretçisi de yok. Angkor Wat tapınaklarında dikkat çeken Bauphon’da zirve
yapan bir teknikle yapılmış kabartmaların burada da güzel örneklerini görmek
mümkün. Genelde bilinen yöntem taşın üzerine oyarak yapılan kabartmalardır. Bunlar ise kumdan yapılmış kiremitlerin uygun şekilde yerleştirilmesiyle yapılmış
ya da tuğlalarla örülen duvar oyularak figürler canlandırılmış.
Daha uzakta olan tapınaklardan sadece Banteay Srey ve Kbal Spean’ı ziyaret edebileceğim. Açıkçası tapınaklara da fazlasıyla doydum. Banteay Srey iyi korunmuş bir tapınak, o nedenle detaylarıyla yapıyı görmek mümkün, korucuları maymunlar. Kbal Spean enteresan bir deneyimdi. Öncelikle bir buçuk kilometre orman içinde bir yürüyüş, sonrasında bildiğiniz formda bir tapınak bekliyor olabilirsiniz ama öyle bir şey yok. Etrafa yayılmış, nehir kollarının içinde, suyun altında, kayalara oyulmuş kabartmalarda, ormanın birçok noktasında keşfedilmesi gereken kalıntılar var. Her şey adımlarınızın altında yatıyor.
Tapınak önündeki müzisyenler |
Yorumlar
Yorum Gönder